Jose Mourinho’lu Fenerbahçe Süper Lig’e dün merhaba dedi. Evet, bu cümleyi kurmak bile başlı başına bir futbolseveri heyecanlandırıyor olmalıdır.
Dünyanın sayılı futbol adamlarından biri olan Mourinho Türkiye’deki ilk resmî karşılaşmasına çıktı.
Hiç kuşkusuz bu durum hem Portekizli hem de Süper Ligin hakemleri açısından ilginç ve bir o kadar da farklı deneyim olacaktır.
Her ne kadar göğüslerinde FIFA kokartı olsa da hakemlerimizin büyük bölümü Avrupa’dan futbol izlemeyi tercih etmiyor olacaklarından; ülkemizde, oynayan veya oynamaya çalışana değil, oynatmayan tarafa toleranslı bir yönetim şeklini tercih ediyorlar.
Haliyle bu duruma fazlasıyla uzak Liglerde takım çalıştırmış, başarılar kazanmış Mourinho için alışılmadık olduğu kadar kabullenilmesi de kolay olmayacak bir görüntü çıkarıyor ortaya.
Zaten ilk düdükle birlikte Adana Demirsporlu oyuncuların ne yapmaya çalıştıkları net bir şekilde görülünce Portekizli teknik adam kenarda neyi kime şikâyet edeceğini bilemez bir hale büründü.
Haksız mıydı ya da abartıyor muydu?
Bu soruya çok farklı yanıtlar geleceğinden eminim; çünkü hakemlerin yönetim şekli bir anlamda ülkenin futbol seviyesini de belirliyor.
Hakemler oyunu yönetmekle kalmıyor; son 30 yılda onu yorumluyor aynı zamanda da kamuoyunu şekillendiriyor.
Bunun temel sebebi her ne kadar herkes futboldan anladığını iddia edip her fırsatta ahkam kesse de ne yazık ki işin gerçeği bunun tam tersi olmasıdır.
Olimpiyat Oyunlarındaki madalya sıralamamızın içler acısı durumu bizim aynı zamanda bir spor ülkesi olmadığımız gerçeğini de her 4 senede bir yüzümüze çarpıyor.
Evet, sorunun cevabı çok açık ortada; hem sporun, rekabetin ruhunu hem de kurallarını bilmiyoruz.
Çünkü aslında sevmiyoruz.
Sportif olanın da önünü olmadık gayri ahlaki yöntemlerle kesiyoruz.
Jose Mourinho kadar olmasa da farklı seviyelerde ülkemize gelen spor adamlarını ülkemizden nasıl gönderdiğimiz, yolculadığımız ortadadır.
Her ne kadar deniz bitmiş olsa da hala sorunla yüzleşme cesareti olmayanların iradesi altında, kendi kendine koydukları tuhaf anlayışla oyunun sürmesi sağlanıyor.
İşte dün Kadıköy’de hakemin düdüğünün çalmasıyla birlikte gözümüze çarpan gerçek buydu.
İlk maç yazısının ana gövdesini bunun üzerine kurmamın nedeni de…
Jose Mourinho “Türk futbolu için çalışıyorum” diye çok önemli bir detayda mesaj verdi maç sonunda. Üzerine fazlasıyla kafa yorulması gereken bir sözdü.
Dün Portekizli Hoca sahada birkaç önemli değişik pozisyon değişikliği ile maça başladı.
Szymanski’nin ilk defa 8 numara bölgesinde oynaması hem oyuncu hem de takım için bir ilkti.
Onun yerinde de Tadic görev yapıyordu.
Her iki futbolcu da sanki bulundukları pozisyonu yadırgamış gibiydiler.
Tadic oyunun ilerleyen bölümlerinde sık sık kanatlara doğru gitti. Çünkü Fenerbahçe son yıllarda tipik bir kanat oyunu oynayan takıma dönüştü.
Orta alanda Fred’in (çalışkanlığının) olmadığı maçlarda ister istemez bu bölge yaratıcılığını kaybediyor.
Bu aynı zamanda rakipler için de avantajlı bir durum yaratıyor. Orta alanda yeterli üretkenlik olmayınca takın kendini kanatlara atıyor ve tüm mücadele oralarda veriliyor. Hücum ve savunma yönünden…
Dün Maximin de sezonun ikinci maçına çıkmasının saha içi yabancılığını yaşadı. Tek başına yapabildiklerini takım arkadaşlarıyla bir türlü uyumlu hale getirememiş olması pas tercihlerinde ve Fenerbahçe’nin gol pozisyonu üretmesinde tutukluk yarattı.
Bu tutukluğun birçok oyuncunun yerini yadırgamasıyla bağlantısı olsa da hiç kuşkusuz sezonun henüz ilk maçının etkisini de belirtmek gerekiyor.
3 gün sonra çok daha önemli bir maça çıkacak Fenerbahçe ve söz ettiğimiz tutukluğa mutlak surette bir çözüm bulunması gerektiği de ortada.
Gol ve dahası gollere ihtiyacı var!
Bunun için de daha fazla pozisyona…